13 Mayıs 2009 Çarşamba

hadise

eurovision şarkı yarışması finallerine şunun şurasında üç gün kaldı. ne kadar ilgisizmiş gibi dursak da (ben dahil), toplum olarak bu yarışma bizim zaafımız. 2003 yılında Sertab Erenerin katıldığı ve birinci olduğu yarışmadan sonra, milli bayramlardan daha coşkulu kutlamalar görmüştük. neyse, amacım bunları eleştirmek değil. dedim ya, zaafımız var, dayanamıyoruz.

dün akşam, moskovada yapılan yarı finali izledik televizyondan. "düm tek tek" adlı şarkıyla bizi temsil eden Hadise'yi de yarışma kostümü ve koreografisiyle izleme şansımız oldu. elbisesine bir sürü laf edildi sağda solda. nereye gitsek, hangi ortama girsek söz dönüp dolaşıp Hadiseye geliyor.

Baştan söyleyeyim, Hadise çok güzel ve alımlı bir kız. Elbise işine pek kafam basmadığından ona da bir şey diyemem, giyiyorsa bir bildiği vardır. Zaten memleket olarak kadınların elbisesine karışmaya da bayılıyoruz.

Eurovision gibi, birkaç dakika sahnede kalınan, seyirciler tarafından oylanan bir yarışmada klasik müzik dinlenmeyeceğinden, üç gündür de dilime dolandığından, şarkının da amacına ulaştığını gayet rahat ifade edebilirim. Gelelim esas meseleye.

Yarı finali rahatlıkla geçen Hadise, finalde kaçıncı sırada sahneye çıkacağını belirlemek için kura çekti. Torbaya elini attı ve "bismillahirrahmanirahim" diyerek çekti kurasını. İşte benim jeton da orada düştü.

Biz böyleyiz işte, yarı çıplak kıyafet giyeriz ama yan bakan olursa da kodu mu oturturuz.
Kurayı besmeleyle çekeriz. Sahneye çıkarken elimiz ayağımız boşanır, çıkınca da yerimize oturamayız, ha bire kıvırtırız. Başarılı olursak önce bir çığlık atar sonra dakikalarca ağlarız. Hadise de bunları yaptı dün. Bizim aynamız işte bu kız. Siz, ben, herkesin yaptığını yapıyor. İyi de yapıyor. Bizi gezegenin kalanından farklı kılan ne varsa bu kızda da o var.

Çok sevimli hem. Üstelik alımlı (bunu söylemiştim biliyorum). Yarışmada derecesi ne olursa olsun sevdik bu kızı biz, zaten o yüzden yerden yere vuruyoruz.

Umarım bahtı açık olur

22 Ocak 2009 Perşembe

Devlet Adamı

israil gazzeyi bir ay bombardımana tuttu malumunuz. işine de böylesi geldiği için bitirdi harekatı (adına "tek taraflı ateşkes diyorlar ya neyse).
tamam, hepimiz kınadık, yeri geldi öfkelendik israil saldırısına.
ama birisi vardı ki, devlet adamlığı sınırlarını bayağı bir zorladı. zorlamak da değil de, resmen freni patladı, akli melekelerini bir kenara bıraktı. başbakan recep tayyip erdoğan'dan bahsediyorum. en sonunda birleşmiş milletler' e çattı, "sen ne işe yararsın?" mealinden laflar etti. e be sayın başbakanımız, hani güvenlik konseyine seçilmiştik, hani bu hariciyemiz için büyük bir başarıydı? yeni mi öğrendiniz birleşmiş milletler denen örgütün aslında çok da bir işe yaramadığını?

birleşmiş milletler zerre umurumda değil de, israil gazzeye girdi diye yaygarayı basan, vatandaşı olduğu ülkenin menfaatlerini ikinci plana atan bir başbakan ve ekibi tarafından alınan kararlarla kaderi ve yönü belirlenen bir vatandaş olduğum için endişeleniyorum haliyle. ve halimize şükrediyorum; amerikan büyükelçisi, birleşik devletler başkanı johnson tarafından gönderilen ve zehir zemberek ifadelerle dolu mektubu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına sunduğunda, zarfı açan kişi recep tayyip erdoğan değil, iyiki İsmet İnönüydü.